İlkokula giden bir çocukken gece başımı yastığa koyduğum zaman ertesi sabaha ödevim olduğunu hatırlardım. Bir süredir ertelenen o ödevin hatırlandığı o an yaşanan huzursuzluğu hiç unutamıyorum. Kırtasiyeden ıvır zıvır alınıp yapılan proje ödevlerinden hiç bahsetmiyorum bile. Neden yarın sabah uyandığımda odamın ortasında kürdandan yapılmış bir evin mucizevi bir şekilde var olmasını bekliyordum?
Ben büyüdükçe doğal olarak sahip olduğum sorumluluklar değişti. Dürüst olmak gerekirse, hala bazı işleri ertelemek istiyorum. Hangimiz istemiyoruz ki? Profesyonel hayatımda bir şeyleri ertelemek aklımdan geçtiğinde gecenin bir yarısında uyanan çocukluğumu düşünüyorum. Eğer “son güncülük”ten yakınıyorsanız yalnız değilsiniz. Çünkü bu yazıda neden bazı şeylere “yarın yaparım” dediğimizden, kürdandan yapılması gereken bir ödev ile akademik bir araştırma makalesinin ortak noktalarını fark edebilmekten ve son olarak da ertelemeye dair bazı çözümlerden bahsedeceğim.
Elimizdeki işler için sahip olduğumuz zamanın tamamını verimli bir biçimde kullanmıyorsak bunun bir sebebi olmalı, değil mi? Elbette ki her insan farklıdır ve her erteleyişin farklı sebepleri olabilir. Yine de, bazı sebepler diğerlerinden daha belirginken, bazıları ise buzdağının görünmeyen tarafında kalabilir. Bu olası sebepleri değerlendirmek çözüme doğru ilerleyen yolculuğumuzun önemli bir parçası. Bu yazıda her ne kadar sebepleri kendimiz ele almaya çalışıyor olsak da düşünce, davranış ve duygularımızla ilgili farkındalık kazanmak için bir uzmana danışmaktan çekinmemek en güzeli. İşte bazı olası sebepler:
Hiç 1 Ocak’ta kendinize bir vaatte bulunup bunu gerçekleştirmediğiniz oldu mu? Yeni bir yılın açtığı temiz sayfaya pozitif bir notla başlama isteği bazen bu vaatleri gerçekleştirmek için yeterli olmuyor. Peki, neden bu sözleri tutamıyoruz? Bunun sebebinin ortaya yalnızca bir hedef koymak olduğunu düşünüyorum. Ertelemenin bir sebebi de rotayı göz ardı edip yalnızca hedefe odaklanmak olabilir. Vaatlerimizin uzun bir rotası olabilir. Bu rotayla yüzleştiğimiz zaman işe koyulmaktan imtina ediyoruz belki de: Tam işe başlayacaksınız ve o iş gözünüzde büyüyor. Tam o anda rotayı görüyoruz işte. Profesyonel hayatta da aynı şeyin geçerli olduğunu görebiliriz. Elimizde bir iş var ve o işe dair planladığımız sonuca giden yol uzuyor da uzuyor. Ne yapmalıyız?
Başlamamız lazım elbette! Fakat işe başlamadan önce yolun sonundaki o sonuca odaklanmak yerine rotaya odaklanmamız gerek. Arzu ettiğimiz sonuca giden bir rota çizmek ve bu önümüzdeki yolu iyi planlamak o işe başlamamız için büyük rol oynayacaktır.
Bazen ihtiyacımız olan motivasyonu kendimizde bulamayabiliriz. Bu durum belki de çoğumuzun başına gelen bir durum ve oldukça normal. Bir terazinin kefesine işi tamamlamak için harcanması gereken eforu, diğer kefesine de şu anda sahip olduğumuz motivasyonu koyunca sonuç endişe verici olabilir: Efor bazen motivasyondan daha ağır gelir.
Böyle bir durumda endişe etmeye hiç gerek yok. Terazideki bu dengesizlik kesinlikle gereken eforu sarf etmeye başlamamak için bir sebep değil. Teraziyi dengelemek için ihtiyacımız olan şey o işe başlamak olacaktır. İşe başlamak için de elimizdeki bu motivasyona ihtiyacımız olacak. Teraziyi dengelemek için yetersiz fakat başlamak için yeterli olan motivasyonu kullanarak işe koyulup, emek ile birleştirerek yapmamız gereken işi tamamlamalıyız. Terazinin daha dengeli hale geldiğini işe başladıktan sonra görüyor olacağız.
Kendimizden beklentilerimiz bir şeyleri ertelemek için bir sebep olabilir. Kendimize dair sahip olduğumuz bu beklenti aslında işe dair olmayabilir. Asıl arzu ettiğimiz şey mutlak başarı veya ortaya çıkan işin kusursuz, mükemmel olmasına bağlı olarak verdiğimiz bir öz değer olabilir. Bu arzumuz yanlış bir arzu değil, hatta işlerimizi daha iyi tamamlamak için bir motivasyon aslında. Fakat eğer bu arzu, işlerimizi tamamlamamızın önüne geçiyorsa kendimize sormamız gereken bazı sorular olmalı.
Sormamız gereken sorulardan bir tanesi “Yaptığımız her iş, kendimize verdiğimiz değeri belirler mi?” olabilir. Profesyonel hayatımızda bizi tanımlayan şeyin işimizi iyi yapmak olduğunu düşünebiliriz. Mükemmeli istemek bir suç değil elbette. Fakat bir işten mükemmeli isterken o işi yapmaya çekinmek, kendimizi başarısız olarak görmek bizi zora sokacaktır. Bununla birlikte, ya hep ya hiç mantığından uzaklaşmalıyız. İşleri yapmak için en uygun zamanı, ideal yeri ve optimum koşulları beklemek; o zamanı, yeri ve koşulları kaçırmak anlamına gelebilir bazen. Bu optimum koşullar yalnızca işe başlandığı zaman kendisini bizlere gösterecektir.
Henüz başlanmamış bir iş hiçbir zaman mükemmel olmayacaktır. Mükemmeliyet arzumuzu işe başladıktan sonraki, elimizden gelenin en iyisini yaptığımız emek verme aşamasına saklamalıyız. Başarısızlık konusuna gelecek olursak... Bırakalım istatistik bize yardımcı olsun:
Başlanmamış işlerin %100’ü başarısızlıkla sonuçlanırken, tamamlanmış işler için bu oran daha düşük olacaktır.
Duygularımız bir şeyleri ertelemek konusunda başrol oynar. Bu duygular bazen, endişe hatta korku olabilir. Yapmamız gereken işlere dair endişelerimizi ve korkularımızı fark etmek bizim için faydalı olabilir. Kendi adıma konuşayım, tartı üzerine çıkmaya dair bir endişem vardı. Fark ettim ki tartıya çıkmaya çekiniyor olmam aslında kilo almama engel olmuyor. Bu blog yazısının kendi kendisini yazamayacağını fark etmiş olmam, bu satırları yazmam için en önemli etkendi. Kişisel anekdotlar bir yana, yapmamız gereken şey ne olursa olsun, eğer işimize yönelik endişelerimiz ve korkularımızla yüzleşmezsek, omuzlarımızdaki işin yükünü hafifletemeyiz. Bir şeyleri erteliyor olmamızın sebebi eğer o işin kendisine dair endişelerimiz ise ve bunu fark ettiysek, çözüme doğru ilerliyoruz demektir. Bu da bizi sonraki başlığımıza götürüyor.
Yukarıdaki sebeplerden belki bir tanesi, belki birkaçı işlerimizi ertelememizde rol oynuyor olabilir. Önemli olan, erteleme sebebimizi belirlemiş olmamız. Tabii ki, sebepleri bulmak yeterli olmayacaktır: Sahip olduğumuz nedenlerin önüne geçmemiz gerekiyor. Fakat olumsuz sonuçlar aldığımız bir eylemi tamamen incelemeden nasıl olumlu hale getirebiliriz? İlk adımımız tespit ettiğimiz sebepleri kabullenmek olmalı. “Evet, bu yüzden erteliyorum.” dediğimiz anda ilerleme kaydetmiş oluruz. Bu aşamaya geldikten sonra ertelemenin önüne geçebilecek, daha olumlu sonuçlar alabileceğimiz bazı şeyler var:
Duygularımızın ve düşüncelerimizin ertelemekte önemli bir rolü olduğunu söylemiştik. Bu duygu ve düşüncelerimizin kaynağı eğer bizsek, sebepleri sunan kişi de biziz. Peki, kendimize doğruları söylediğimizden emin miyiz? Ertelediğimiz iş, kendi kabiliyetimize dair farkındalığımıza gölge düşürüyor olabilir. Bir iki adım geriye çekilip arkamıza bakalım. Başardığımız şeyler, başaracağımız şeylere başlamak için harika bir motivasyon olacaktır. Bununla birlikte, olumsuz cümlelerden kaçınmalı; kendi önümüze koyduğumuz “Yapamam”, “Başaramam”, “Olmaz ki”’ lerden uzaklaşmalıyız. İşe olan inançsızlığımız görünüşte rasyonel olan sebeplerin arkasına saklanıyor olabilir. Bu sebeplerin arkasını bir cam gibi görebilmeliyiz. Bir işi yarına bırakmak için kendimize sunduğumuz nedenlerin aslında geçerli olmadığını fark ettiğimizde, işe koyulmaya çoktan başlamış olacağız.
Kendimizi kandırmayalım: Yapmamız gereken her şeyi sevmemiz mümkün değil. Eninde sonunda karşımıza yapmak istemediğimiz ve yapmamız gereken bir iş çıkacaktır. Belki fark etmişsinizdir, böyle işler geldiğinde yapılacak daha keyifli bir şey her zaman kolay bulunuyor. Her ne kadar daha cazip olan bu seçeneklere zaman harcamak istesek de, sevmediğimiz o işe adayacağımız her saniye işin bitmesini kolaylaştıracaktır. Ertelediğimiz işler başımızın üstünde bir akbaba gibi gezinmediği zaman yapmak istediğimiz diğer şeylerden daha da çok keyif alırız, değil mi?
Bir işi tamamlamanın tek yolu önce o işe başlamaktır. İşimizdeki yeniliklere, değişikliklere ve iş için kullanılması gereken zamana direnmeye çalışmak bizi o iş için geriye atacaktır. O işi kabullenmeli, belki de önce ondan başlamalıyız. Geciktirme eğiliminde olduğumuz işi ilk önce yapmak problemimizi çözebilir. Elbette yapmak istemediğimiz, başlamak istemediğimiz işlere gösterdiğimiz direncin üstesinden gelmek güçlü bir irade gerektiriyor. Bu iradeyi kazanmanın bir yolu gelecekteki kendimizi düşünmek olabilir. Kulağa komik gelse de, yaptığımız işi gelecekteki kendimize geçtiğimiz bir kıyak olarak düşünebiliriz. Şu an harcadığımız her saniye ve her emek, gelecekte harcayacağımız süreden ve iş yükünden bizi kurtaracaktır. Bu noktada işe başlamayı ve onu bitirmek için çalışmayı kendimize yaptığımız bir iyilik olarak düşünmek, işe gösterebileceğimiz direncin önüne geçip, yapmamız gereken şeyleri daha kolay yapmamıza olanak sağlar.
Henüz üniversiteye yeni başlayan, bir şeylere başlamayı asla düzgün becerememiş bir “son gün” öğrencisiyken duyduğum, öğretmenim David Davenport’un dile getirdiği bir sözdür bu. Kısa vadede tamamlanamayacak işlere başlamak için ne zaman kendimde bir motivasyon eksikliği hissetsem, kendime bu sözü tekrarlarım.
Eğitim ve mesleki hayatım gereği bazı zamanlarda yüzlerce belki de binlerce satır kod yazmayı gerektiren projeler karşıma çıkıyor. İlk yazılan satır hem en kolayı, hem de en zoru benim için. İlk satır kodu yazmak için toplamam gereken odağı ve motivasyonu bulmak kimi zaman zor olsa da geri kalan o yüzlerce, binlerce satır arasından yazacağım belki de en kolay satır oluyor o ilk satır. Giderek daha zora doğru giden ama çorap söküğü gibi kendisinden bir sonraki adımı getiren bir ilk adım. Gözden kaçırmak belki de çok kolay ama Ezop Masalları’ndan tutun, Mısır Piramitleri'ne kadar insanın ürettiği her şey o ilk satır veya o ilk taş ile başlıyor. Bitmesi gereken iş ne olursa olsun, başlamak için gereken o ilk adımı atmamız gerek. Kararlı olmaya devam etmeliyiz. İlk adımımızın ardından gelen her adımı elimizden geldiğince layığıyla atmak için gereken her şeyi yaptığımız sürece, geriye arkamıza yaslanıp tamamladığımız işle gurur duymak kalıyor.
Küçük bir adım atalım. Şimdi atalım. Gelecekteki kendimiz de bize daha sonra teşekkür etsin.